9.23.2008

ada sonbaharı - üç

kalktık gittik.
sapılacak her türlü yola saptık.


"uçan yatak"a baktık, rüzgâr güllerine baktık, deniz fenerine baktık. üzüm bağlarına ve zeytin ağaçlarına baktık.
döndük döndük, saat 2'yi geçirdik.


güneşin batışını buradan izleyeceğiz.
sadece birkaç saat sonra bir tane daha "getirin ne varsa" masasına çöreklendik.
bizi hiç bekletmediler, hiç üzmediler, getirdiler.
önce montlarımızı çıkardık, sonra hırkalarımızı, en son fularlarımızı...
güneş tam gözümüzün hızasına geldiğinde denize melun mahsun bakıyor bulduk kendimizi.

o nasıl güneşti ve o nasıl deniz?
o tahta sandalyelerin tepesinde neden o kadar rahattık?
ö., bir süre sonra buzlu rakı hakkında derin ve ağır bir ajitasyona girişti.
güneş batmaya yakındı, gece planı hazırdı.



ada sonbaharı - iki

"getirin ne varsa, donatın masayı" kahvaltısı...
hava ne güzel, havanın havası ne güzel.
saatlerce oturduk biz o masanın başında. saat 2'yi bekledik.
sonra ordan kalkıp orda burda dolaştık, hepimiz başka bir noktaya baktık.
takip peşimizdeydi. hep.
biz oturduk, o yattı, biz yayıldık, o yayıldı.
saat 2'ye geliyordu. buralardan oralara gitmeliydik.
kalktık gittik.

ada sonbaharı - bir


g. beni yokuşun başında bekliyordu.
benim tiril tiril bluzüme nazire yaparmış gibi kışlık bir montla dimdik duruyor ve bekliyordu.
mütevazı çantamı görünce "bak benim loren çantama, her şeyim var benim" dedi.
o ve ö'yü de bir başka yokuşun sonunda alıp yola çıktık.
gerçekten her ama her şeyimiz vardı, yollar bomboştu, hava çok nefisti.
ayçiçeği tarlalarının, kavunların arasından geçtik, saat 3'e doğru ö, yanıma kıvrılıverdi.
4'te denizin ortasındaydık. g. vapurun zincirinden gelen sese bok atarak geçirdi vapurdaki 1 saatimizi.
5'te artık sadece g. vardı neredeyse, kendi başına konuşuyordu, yangında bitmiş ağaçlar hakkında, deniz, yollar ve redbull'un ne kadar kötü bir içecek olduğu hakkında konuşuyordu. yanından geçen tek tük arabalara küfür edip hareket bile çekti bi' ara.
7'ye çeyrek kala tam olarak olmamız gereken yerdeydik.
saat tam olarak kaçta içmeye başlayacağımızı hesaplayıp biraz uykuya daldık.
başlamak için saat 2 iyiydi.

9.18.2008

sonbahar tatili

buraya yaz tatilinde gidemedik.
bağbozumuna gidemedik.
işte şimdi sonbahar tatiline gidiyoruz.
yarın akşam bu saatte, bağbozumundan çıkan taze şaraplar ve biz olacağız gibi olacak.
sürpriz diye buna derim!

9.16.2008

bi' an - yirmidört


meğerse biz tam da onun doğumgününde tanışmışız.
ben o günün onun doğumgünü olduğunu biliyordum, ama o gün tanıştığımızı bilmiyordum.
tam olarak onun doğumgününün ertesi günü tanıştığımızı sanıyordum.
ve o zamandan beri ne sözcükler, ne yazılar, ne muhabetler...
bir sene mi, üç mü beş mi?
müstehzi gülücükle masanın karşısından işaret çaktı: "kalk!"
"şimdi dans etmek istemiyorum"
"dansetmeyeceksin, kalk!"
kalktım, önümde güvenle yürüyen iki adımı izledim.
kalktım bakalım, bildim ben.
yürüdüm, iki adım...
iki bardak söyledi,
iki tuzlu bardak, iki limon dilimi.
e hadi o zaman, kutlu olsun!

9.12.2008

istiyorum-istemiyorum - iki

istiyorum ki göründüğü gibi olmayanlar, hayatta sadece göründüğü gibi olmayanlara görünsün. diğerleri, uzunharmanlar'da bir davetsiz misafir olsun.
küller küllere, toprak toprağa, tozlar tozlara...

9.11.2008

ben ayşe nasılım - yedi

















ben ayşe.
leslie caron'u severim.
siz?

ben ayşe nasılım - altı

içten bir yengeç o.
ayaklarına ilk deniz kumu geldiğinde bundan hoşlanmadı.
ayakları denize ilk değdiğinde, o koskoca suyun derinliğinde kaybolacağını düşündü.

ilk bikinisi, küçücük popoya kocaman geldi.
gidilip en en en küçüğü alındı.
altındaki bez çıkarıldı.
giyinmeyi sevmeyen o ayşe, bikinisi giydirilirken hiç sesini çıkarmadı.

banyolardan çıkmamak için zaten tantana çıkarıyordu.
denizin de hayranı oldu.
onu çıkarmaya kalkışanlara yumruğunu sıktı.
itiraz etti.
eve gidip küçük havuzuna girmek istedi.
o havuzdan da çıkmak istemedi.

denizi, suyu, güneşi, kumu hep çok sevecek.

9.08.2008

bu kış neler yapılsın?



bu yaz neler yapılsın listesinde iki eksik oldu. mojito ve sangria. sangria'nın yazın sonuna doğru mebzul miktarda tüketilmesi, ev ahalisinin eksiğini kapatmaz, arayı doldurmak zorundayız. şöyle ki:

"e, n'apçaz, yapamadık bunları"
"yapsak yine, mojito mesela, olmaz mı kış kış?"
"hayır, konsepte uygun değil"
"buldum! blody marry!"
"biliyor musun yapmayı?"
"evet ki"

o karabiber merhem olur, iner boğazdan aşağıya.

ama yaz listesindeki vişne likörü yapıldı, demlenmeyi bekliyor. zaten çıkılan gezilerdeki köy pazarlarından alınan apacı biberler yeter bize bütün kış. kendilerinden dört çeşit turşu hazırda bekliyor bile. domatesli, sirkeli, soslu ve kuru olmak üzere...

31 eylül'de bazılarını görücüye çıkaracağız.
listeye o sırada eklenecekler de pek yakında!

8.28.2008

bi' an - yirmiüç


"benküçükkulplubardaktabiaçıkçayalabilirmiyim" dedim.
bunu aynen böyle söyledim.
ve o sırada konuşabiliyor olmaktan çok hoşnut oldum.
bi' dili konuşabiliyor olmaktan...

8.26.2008

öyle


masal-gerçek-gerçek-masal

8.22.2008

istiyorum-istemiyorum

hiç kimse hakkında, yeni ve bildiğimden farklı en ufak bir enformasyon duymak istemiyorum.
onların aslında öyle değil de böyle olduğunu bilmek istemiyorum.
herkesin göründüğü gibi olduğuna inanmak istiyorum.
herkes zihnimde olduğu gibi kalsın istiyorum.
istiyorum-istemiyorum.

bi' an - yirmiiki




- (fısıldayarak) tom york dinleyen bir taksici, inanmak mümkün değil.
- abi ben de bunu seviyorum, ne yapayım?
- sen bana numaranı versene!

8.18.2008

(korkunçlu) bi' an - yirmibir


"ÇABUK

OLDUĞUN

YERDEN

GERİYE

DOĞRU

YÜZMEYE

BAŞLA!"

ben ayşe nasılım - beş

onun için, öpmek, teşekkür etmek demek.
bayat bayat "beni bi' öp, bi' öp" diyemezsin ona.
mesela ayakkabı bağcığını bağladığında, sana karşı şefkatini ve minnetini göstermek için, kucağında kafasını döndürüp dudağını tam senin yanağına denk getirir ve sapsakin bir öpücük kondurur.
sorgusuz bir öpücük.
sonsuza kadar o ayakkabıyı bağlıyor olmak istersin.
veya onu banyo yapması için küvete yerleştirdiğinde, coşkusundan ne yapacağını bilemez ve yapıştırır bi' tane...
eğer şanslıysan dudağına rastlar o dudak ve böylece o ince dudağın nasıl bi' yumuşaklıkta olduğunu anlama zevkine erişirsin.
ama ona asla "öp, öp" dememelisin, hep "babayı" alırsın!

8.13.2008

bi' an - yirmi

"n.ç.'nin hayatta yaptığı en iyi şey ne peki"
"bu"


çok olmadığımız kesin

çok olan tarafta değiliz
çok olan tarafta olmayacağız
türkiye'de kürt olacağız
kürtlerde ermeni
ermenilerde süryani
gidip almanya'da türk olacağız
hollanda'da surinamlı
fransa'da cezayirli
iran'da azeri
amerika'da zifiri zenci olacağız
çoğalan zencide mutlaka kızılderili
israil'de filistinli
köpeğin karşısında kedi
kedinin karşısında kuş olacağız
kuşun karşısında börtü böcek
hakemler hep karşı takımı tutacak
ve biz hep yedi kişiyle tamamlayacağız maçı
çiçeklerden kamelya olacağız
az kolumuzun tarafında
solda olacağız
bu itirazın ilk şartı

solda da az olacağız
devrimi çoğaltırken çünkü
bir başka devrime hızla azalacağız
bu da itirazın ikinci şartı

ben ayşe nasılım - dört

yürümek için aylarca bekledi.
rüyasında tavşanlar gibi hoplaya zıplaya yürüdüğünü görüyordu.
kendisinin de yürüyebileceğini anladığı o anda, çok heyecanlandı.
iki elini de açıp havaya kaldırarak dengesini sağladı o günlerde.
düştü, kalktı, düştü, kalktı.
hiç bir düşüşünde ağlamadı, kalktı.
ilk bir kaç adımı attığı günü kahkahalarla karşıladı.
ağzını yarım metre açarak ve o küçük dili bize göstere göstere attığı kahkahalarla.
yürüdüğü gün birbirimize sarılmadık, ama onu arkasından hayran hayran izledik.
en çok parmak uçlarına basarak bir yere tutunduğu zamanlar aklımızda kalacak. o topuk!

8.12.2008

bi' an - ondokuz

"ben en çok denizin dibine sırtüstü dalıp gözlerimi açıp taa güneşe bakmayı seviyorum"

8.05.2008

ben ayşe nasılım - üç


"bebek yüzü buruşturması" oyununu çok güzel oynar.
istediği zaman yapar, istemediği zaman yapmaz.
kimse ona karışamaz.

7.31.2008

bi' an - onsekiz

s: 'içkileriniz bitince çıkalım' diyor.
nasıl biliyor bunların hepsini?