10.22.2008

bi' an - yirmialtı






- ben o koç'u ahirette bulmak istiyorum.

- aa, sahiden, var mı öyle bi' imkânımız? bulur muyuz dersin?

- tabii ki var. çünkü bizi, ara sıra cehenneme ziyarete götürecekler.

- e, ama bu çok iyi haber!


10.20.2008

ben ayşe nasılım - on




uyumuyorum
ben.
uyumuyorum
işte!

erdek, eylül '08.

ben ayşe nasılım - dokuz


ben ayşegül.
bizim evdekilerin hepsi ayrı bi' leyla.
ben yürüyorum, arkamdan bakakalıyorlar.
koşuyorum, fısır fısır bi' şeyler konuşup gülüyorlar.
şarkı söylüyorum, dudakları kulaklarına varıyor.

konuşuyorum, kendilerinden geçiyorlar.
dansediyorum, benimle beraber en acayip dans figürlerini sergiliyorlar.
ben ayşegül, ben kendime gülüyorum, onlar bana gülüyor.
bizimkilerin hepsi bi' hoş!

sen ne büyük abimizdin t. özuslu!

Evet, aziz dostum, gerçekten benim; ama artık çok farklı bir benim… Nerelerde ve kimlerle olduğumu da balâda mezkûr iki ayrı mekân-insan manzarasından öğrendin işte. Bendeniz, evveli Mübarek Ramazan’da saçma-sapan bir trafik kazası geçirdim ve sol gözümü çok ucuz kurtardım. İbneler gözümle uğraşmaktan başka taraflarımı unuttular. Galiba hafif şiddette bir beyin travması da var ki, zaten ceviziçi kadar kalmış beynim hepten büzüldü gitti. Köy adı, cadde-sokak adı, insan adı zaten tanımazdı köhne hafızam, şimdilerde hepten kepir düştü. Ahali nutuk atmaya çağırıyor; kürsüde tık diye tutulup kalıyorum: “Hani MTA’da bir servis şefimiz vardı, Birmingham mezunuydu, hanımı da İngiliz’di, bendenizi İngiltere’ye yollayacaktı da gitmeyi reddettim diye çıldırdıydı, ‘Pembe Panter’ diye mahlas yakıştırdıydınız biçareye de öldü gitti, neydi adamcağızın adı yahuuu?...” Tipik bir bunak tablosu işte. Küçük Dostum’un adını bile unuttum; ama sizi unutacak kadar bunamadım henüz. Halâ oradaysanız eğer, üç vakitte “W Sokağı”na damlayacağım…

hastası olduğumuz madenci deli tayfun abi. balık pazarlarından, karaköylerden, eminönülerden telefon açıp "hangi balığı alalım da onu nasıl yapalım abi?" diye sorulabilen lagosçu tayfun abi. gelsin ya buraya, gecenin vaktinde sonsuzluk ve birgün'ü falan seyrederken uyuyakalsın ya koltuklarda. kocaman vücuduyla kocaman koltuğu küçücükmüş gibi göstertse ya. bize azıcık hayat görgüsü, yemek kültürü, kâm tozu serpse ya...