11.25.2010


çok kişiydik. birimiz birimize arkamızı dönerek oturmazdık. bir şey oldu mu, ufak bir kontak, kahkaha atmak için bir bahane, bir dalga-dümen... fırsat kollayan, çakallar gibi... herkes herkesin yüz hatlarını ezbere bilirdi. o onun çayının kaç şekerli olacağını, diğeri de öbürkünün sarmısak sevip sevmediğini...


birisi çok iyi kolpacı taklidi yapardı, diğeri alınganlıkta 10 saniye dayanabilirdi.
birisinin ağzı acayip iyi laf yapardı. şuraya gelsin, seni bi' dakkada alır yanında götürür, kapıdan çıkarken yanağına bi de öpücük kondururdu.
birisinin saçları çok güzeldi, hepimiz onun saçlarının dalgalarını ağır ağır izlerdik, aklımıza kazınsın diye..


birisi uyandığında melek gibi olurdu, al, içine sok.
diğeri hiç bir şeyden korkmazdı, "onun yanında oldum mu sırtım yere gelmez".
bir tanesi nasıl umursamaz, hayran olursun. gözlerini devirdi mi kimse onu bir daha geri getiremez. getiremezsin, o gider, onunla gidersin. yolda yürümeden konuşursun, kolun koluna değsin isterdin, yol uzasın, dünya yanmış, uzasın, keder varmış, uzasın, ölüm varmış, uzasın, siz beraber yürüyün yeter isterdin.


birisi çok ağır aşık olur, sadece kendisinin ağzına sıçardı. oturur onsekiz duble içer, üstüne de çırılçıplak denize girerdi. yüzer, öbür koydan çıkar, yürüyerek yanımıza gelirdi.
birisi çok güzel dokuz-sekizlik oynar, herkesin ağzı suyu akardı.
birisi ilk aşık olduğun günden daha güzel, çiçek gibi...


birisi yakışıklı küfür ederdi, sunturlu! al o küfrü, gece yazacağın şiirin içine kat.
birisi önceki hayatında kuşmuş. uçaktan korkanları teskin eder, kanatların nasıl çalıştığını, yer çekimini, dokuz bin fit'teki hava sıcaklığını, kuşların kendi aralarındaki muhabbetleri anlatırdı.


bir tanesi, vallahi koydu mu oturturdu. seni sevmedi mi sevmezdi, yüzünü asardın, yüzüne bile bakmazdı. sevdiğini yanına katar, kucaklar cennete götürür, bakar, besler, büyütürdü.


birisi çok aşık, birisi çok öfkeli, birisi çok şehvetli, birisi çok sevişken, birisi çok akıllı, birisi çok diğerkâm, birisi çok güzel kokuyordu... dünya üç günlüktü, ölüm vardı, keder yoktu.


sercihan


kapıyı kapattım, kapandığına emin oldum....
puşt.
benim spontan fikirlerim iyiymiş, ama sonrasını hep beraber değerlendirmeliymişiz. ne spontan fikri? bi' tane tabloyu boyayacağız, meşrebine uygun, sen de onu antika diye bazı tiplemelere yutturacaksın. gerizeka! spontanı sofistikesi mi var?
zaten ofisi nerede belli değil, hangi yoldan gideyim, hangi şarkıyı dinleyeyim bilmiyorum.
aklıma bazı küfürler geliyor; "göte göt diyemeyecek miyiz hakim bey", "rüşvetin belgesi mi olur pezevenk", hatta "ibne hakemler, orospu çocuğu federasyon" diyesim geldi. güzelliklerden güzellik beğen.
vakko'ya girip fikirlerimi onlarla paylaşasım ve acayip para kazanasım bile geldi. aman canım, güzelim spontan fikirlerimi kapitalizmin mi hizmetine sunacağım diye vazgeçtim.
bi de üstüne unutayım mı sana! neydi be! seydihan, sacitcan, sadican, kolican. nasıl sinirim bozuk, hatırlayamıyorum bildiğin...
arada acaba ayakkabılar mı denesem dedim: üşengeçlik!
ay!
telefon çaldı. ismini hâlâ hatırlayamıyorum, ama kendimden umutluydum.
- meriba, naber?
- iyiyim canım, sen n'aptın?
- sercihan (allah yardım etti!) ben sana bi' şey söylemek istiyorum.
- ha canım.
- yazmak çok sancılı bi' süreç be sercihan.
- tatlım ben hep senin yazmanı destekledim biliyorsun.
- sercihan, ben hiç bir bok yazmadım ki. ne yalancısın be sen!
- ama sen istiyordun hep yazmak, okudum biraz senin yazdıklarını!
- sercihan, ayrılalım istiyorum.
- neden, ama...
- sercihan ben senden hep kaçtım.
- tamam bebeğim, bunu biliyorum, hep biliyordum, ama şimdi yanındayım işte, geldim.
- yalan söyledim lan. hep falan kaçmadım. bi' erol vardı ya, benim çocukluk arkadaşım, ben onunla evlenmeye karar verdim.