4.12.2008

bi' an - dört , küçük öykü iki

26.10. 19.30.
müessesenin 11. kuruluş yıldönümü.
o masa.
"sigaramı unutmuşum"
"nasıl, almaya mı gideceksin, taa oraya?"
"evet"
"çabuk gel bari"
"7 dakika!"
"hadi kalkalım! seni bir yere götüreceğim"

bi' an - üç







dört kişi, o metronun içindeyiz. biraz sonra bu istasyonlardan birinde ineceğiz. klasik olarak meydanın oraya gideceğiz ve o kötü minibüslerden birine bineceğiz. berbat sanayi bölgelerinden geçerken gideceğimiz yerin anlatıldığı kadar güzel olup olmadığından şüphe edeceğiz.








bu sokaklara varacağız. önümüze bir müze bekçisi düşecek. doğal rehber bi' nevi...




kapının sağ altında, bir geç sabah kahvaltısının ortasında, o haberi alacağım: kapandı. yakın tarihte bir daha açılmayacak. ben onu şöyle anlayacağım: bir daha hiç açılmayacak. zaten neden ve nasıl vardı ki? bu kadarına da şükür. ey tevekkül!

4.11.2008

bi' an - iki


küçükçekmece gölüne bakan, rüzgârlı bir pencere... arkada p.j.

"senin jashuan olmam için ne yapmam gerektiğini söyle, olayım."

"bu şarkı çalarken her şey, ama her şey olabilir."

"tam bu şarkı çalarken nasıl aynı akordu basmayı becerebildin?"

bi' an


kalkan...

beşiktaş-galatasaray maçı... o garson yine o yeri hazırlamış. mondragon tamam ama cordoba'nın ismi bir türlü aklıma gelmiyor. "kokain" diyorum, "kolombia" diyorum, olmuyor. olmadıkça maç daha zevkli oluyor. artık maça bakmıyorum.

orayı adım gibi biliyorum.

çifte vav


ben de sonsuza kadar öyle yaşayıp gideceğimizi sanmışım. hep...
o gün son defa ağlamışım meğerse. bir daha hiç ağlamadım bunun için ve çok az hüzünlendim. çoğunlukla hiç bi' şeysiz hissettim. ruhsuz da değil. oyuncu gibi de değil. hiç bu kadar gerçek olacağımı düşünmezdim.

o bankanın önünde bir adam bir kadının üstüne yürüyordu, kadının elinde anna karanina vardı.

kadına "sen şımarığın tekisin" diyordu. "hep de öyle kalacaksın".

"galiba sonsuza kadar görüşemeyeceğiz ve ben özlemden öleceğim galiba".

4.09.2008

bir yere gitmiyordum



f.'ye gittim. konuşamayacağımdan korkuyordum, pek öyle olmadı.
fena halde gözlerimin içine bakarak yalan söylediğini gördüm, o da benim gördüğümü gördü. bu, daha öncekilere benzemeyen bir balkon, bu içtiğim sigarayı tanımıyorum, zaten içime çektiğimde tam olarak ciğerlerimi dolduramıyor. daha önceden tretmanı yazılmış bu ânın. üçümüz konuşurken bile üçümüz yokuz orada.


"evet benim yanımda bunları konuşmamalısınız" diyen üçüncü bir kişi bile yok orada aslında. ben ve o beceriksiz yalan varız. çok güzel bir ağustos pazarında konuşuyoruz, o bana diyor ki: sen, sandığın kişi değilsin, ben diyemiyorum ki, sen numara yapıyorsun.


bu, daha öncekilere benzemiyor; ben bir kere daha olsun konuşmak, öfkemi çıkarmak için bile olsa, konuşmak istemiyorum. iki kişinin bildiği yalansa, üçüncünün önünde oynadığımız ne?


evet, neden bir hizmeti eksikli yapıyormuş gibi hissettim kendimi ve bunu neden kimse engellemedi?


iki şey var:

1. rica etmek
2. teşekkür etmek

yok mu?

4.08.2008

yeni ne var?


"kokoreçten-zehirlenme
cevizli çiğköfte
kalıcı ruj
tuvalet aynası
çinili'nin sun şarapları
son gemi biraları
vapur kanyakları" A.Ö.

4.07.2008

hadi bu gece...


Bir gibi yattım, sekiz biranın üstüne sızmaktan başka çarem olmadığını düşünürken çok atraksiyonlu bir gece geçirmeyi başardım. iki kere yastık, üç defa da yatak, kanepe, koltuk değiştirdim. naylondan mamul gece gözlüğüm bi' işe yaramadı.

yataktaki sekseninci pozisyonumu değiştirmek üzereydim ki yanılsamalar kitabı'nı aldım elime. güneş doğmak üzereydi. hector mann öldü, david zimmer'ın sandığımız kadar güçsüz olmadığını anladık. o kadın da öldü. bitti.

7 gibiydi, düşünmeyi umduğum şey şuydu: bitti. vazgeçtim. kalktım, sigara içmedim. kendimi çok az üzgün ve yorgun hissediyordum. birisine bunu söylemem gerekiyordu. e.'ye telefon açtım ve söyledim: vazgeçtim, onun istediği gibi...

birisi, birisine bunu yapıyorsa, onun kendinden vazgeçmesini istiyordur. kimse bana bunun tersini söylemiyor. bana "benden vazgeçme" demiyor.

5odaya da 1salona da...

4.06.2008

?


korkak olmak o kadar büyük bir ayıp mı gerçekten?

yağmur yağsaydı...


uzun zamandan beri düşündüğüm şey bu sefer gerçek oldu. f. ile tartıştık. bu öğle yemeğinde... domates meselesi nerelere vardı ve f çekip gitti. tartışmaya başlar başlamaz, onun kapıdan çıkışını hayal ettim ve bu bana çok iyi geldi. çıksın ve bir daha uzun süre gelmesin istedim. biraz ağladım, hava da ne biçim, bir türlü yağmur yağmadı. bir gün öleceksem, bu, pazar akşamı saat 8 civarında olacak.

nasıl olacak?


ilanı bulamıyoruz. b., bir ara bir yerde gördüğümüze emin, f de gördüğünü söylüyor, ama bulamıyoruz işte. o siteye de bakıyoruz, ama ilan kalkmış. yayınlandığı gün aldığı telefon numarasını arıyoruz, cevap vermiyor.

başka ilanlara da bakıyoruz arada. dört odalı olan vardı, gitmiş. a ile konuştum, çok özendi plana. "keşke ben de yapabilseydim" ama kız var deyip durdu.

f, s ile konuşmuş ve belki o da gelebilir. "ne şans" diyoruz, ne şans ki bu zamanda böyle bir ihtiyaç içindeyiz hepimiz. herkes için en iyi yol bu. başka bir şeyi aklıma bile getirmek istemiyorum. zaten başka türlü nasıl olacak ki? bütün planlarımı bunun üstüne kurdum.

iyi olacak, iyi...