12.21.2012

"Umut etmek bir insanın başına gelebilecek en kötü şeydir, çünkü acıyı artırır” diyenler yanlış söylemiş. 

Umut acıyı artırmaz, çünkü umut etmek son noktadır. Zaten o kadar çok acı çekiyorsundur ki yaşamak için elinde kalan tek şey umut etmektir. Ondan sonrası yoktur. 

Umut etmeyi aşağılayanlar yeniden başlamaya cesaret edemeyen korkaklardır... Onlar dünyada iyiliğin bittiğini zannederler, ama yanılırlar.  

Beklediğinin gelmeme ihtimalini göze almak pahasına umut etmeye devam etmek... İşte bu yüzden hem bıçaktır hem yaradır umut etmek... 

Bıçağınla kendi yaranı deşersin... Eğer cesaretin varsa... 

Yarana bakmaya cesaretin var mı?  

11.25.2010


çok kişiydik. birimiz birimize arkamızı dönerek oturmazdık. bir şey oldu mu, ufak bir kontak, kahkaha atmak için bir bahane, bir dalga-dümen... fırsat kollayan, çakallar gibi... herkes herkesin yüz hatlarını ezbere bilirdi. o onun çayının kaç şekerli olacağını, diğeri de öbürkünün sarmısak sevip sevmediğini...


birisi çok iyi kolpacı taklidi yapardı, diğeri alınganlıkta 10 saniye dayanabilirdi.
birisinin ağzı acayip iyi laf yapardı. şuraya gelsin, seni bi' dakkada alır yanında götürür, kapıdan çıkarken yanağına bi de öpücük kondururdu.
birisinin saçları çok güzeldi, hepimiz onun saçlarının dalgalarını ağır ağır izlerdik, aklımıza kazınsın diye..


birisi uyandığında melek gibi olurdu, al, içine sok.
diğeri hiç bir şeyden korkmazdı, "onun yanında oldum mu sırtım yere gelmez".
bir tanesi nasıl umursamaz, hayran olursun. gözlerini devirdi mi kimse onu bir daha geri getiremez. getiremezsin, o gider, onunla gidersin. yolda yürümeden konuşursun, kolun koluna değsin isterdin, yol uzasın, dünya yanmış, uzasın, keder varmış, uzasın, ölüm varmış, uzasın, siz beraber yürüyün yeter isterdin.


birisi çok ağır aşık olur, sadece kendisinin ağzına sıçardı. oturur onsekiz duble içer, üstüne de çırılçıplak denize girerdi. yüzer, öbür koydan çıkar, yürüyerek yanımıza gelirdi.
birisi çok güzel dokuz-sekizlik oynar, herkesin ağzı suyu akardı.
birisi ilk aşık olduğun günden daha güzel, çiçek gibi...


birisi yakışıklı küfür ederdi, sunturlu! al o küfrü, gece yazacağın şiirin içine kat.
birisi önceki hayatında kuşmuş. uçaktan korkanları teskin eder, kanatların nasıl çalıştığını, yer çekimini, dokuz bin fit'teki hava sıcaklığını, kuşların kendi aralarındaki muhabbetleri anlatırdı.


bir tanesi, vallahi koydu mu oturturdu. seni sevmedi mi sevmezdi, yüzünü asardın, yüzüne bile bakmazdı. sevdiğini yanına katar, kucaklar cennete götürür, bakar, besler, büyütürdü.


birisi çok aşık, birisi çok öfkeli, birisi çok şehvetli, birisi çok sevişken, birisi çok akıllı, birisi çok diğerkâm, birisi çok güzel kokuyordu... dünya üç günlüktü, ölüm vardı, keder yoktu.


sercihan


kapıyı kapattım, kapandığına emin oldum....
puşt.
benim spontan fikirlerim iyiymiş, ama sonrasını hep beraber değerlendirmeliymişiz. ne spontan fikri? bi' tane tabloyu boyayacağız, meşrebine uygun, sen de onu antika diye bazı tiplemelere yutturacaksın. gerizeka! spontanı sofistikesi mi var?
zaten ofisi nerede belli değil, hangi yoldan gideyim, hangi şarkıyı dinleyeyim bilmiyorum.
aklıma bazı küfürler geliyor; "göte göt diyemeyecek miyiz hakim bey", "rüşvetin belgesi mi olur pezevenk", hatta "ibne hakemler, orospu çocuğu federasyon" diyesim geldi. güzelliklerden güzellik beğen.
vakko'ya girip fikirlerimi onlarla paylaşasım ve acayip para kazanasım bile geldi. aman canım, güzelim spontan fikirlerimi kapitalizmin mi hizmetine sunacağım diye vazgeçtim.
bi de üstüne unutayım mı sana! neydi be! seydihan, sacitcan, sadican, kolican. nasıl sinirim bozuk, hatırlayamıyorum bildiğin...
arada acaba ayakkabılar mı denesem dedim: üşengeçlik!
ay!
telefon çaldı. ismini hâlâ hatırlayamıyorum, ama kendimden umutluydum.
- meriba, naber?
- iyiyim canım, sen n'aptın?
- sercihan (allah yardım etti!) ben sana bi' şey söylemek istiyorum.
- ha canım.
- yazmak çok sancılı bi' süreç be sercihan.
- tatlım ben hep senin yazmanı destekledim biliyorsun.
- sercihan, ben hiç bir bok yazmadım ki. ne yalancısın be sen!
- ama sen istiyordun hep yazmak, okudum biraz senin yazdıklarını!
- sercihan, ayrılalım istiyorum.
- neden, ama...
- sercihan ben senden hep kaçtım.
- tamam bebeğim, bunu biliyorum, hep biliyordum, ama şimdi yanındayım işte, geldim.
- yalan söyledim lan. hep falan kaçmadım. bi' erol vardı ya, benim çocukluk arkadaşım, ben onunla evlenmeye karar verdim.

11.08.2010

az çoktur 4

hayrola, çingene mahallesine mi parkettin? yoksa burası kasımpaşa mı? yoksa o sene bu sene mi?

az çoktur 3


- ben hep çok kötü öğrenci oldum.
- film gibi konuşma bana...
- hayır, gerçekten derslerden bahsediyorum. hep kötü öğrenciydim. sen nasıldın bilmiyorum. sınavlar...
- insan dediğin sınav sever mi? ama sınavdan çakıyorsun, sonra geçiyor. bak bizde de geçmiş.
- hoca kaldırır, ilk soruyu sorar... ikinci gelir, cevaplardım ya da cevaplamazdım. ama hocaya derdim ki: beni yorma, ben de seni... üçüncüyü sorma, beni sırama gönder.
- ...
- bazen baştan sırana gönderilmeyi beklersin. köpek gibi üzülürsün, ama baştan kavilleşmişsindir. ben de şu anda öyle hissediyorum. bir sınav var ve hocaya dedim ki: beni azad et, kendini yorma, beni daha fazla üzme.

10.30.2010

az çoktur 2


diyarbakır - yaz 2010

10.28.2010

az çoktur 1


bir gün düşmüş, yolda yürürken.
43 yaşındaydı.
meseleyi açıklamak da bana düştü. dedim ki, 'beyninde bir pıhtı var, hepimize olabilecek bir şeymiş. bir ameliyat olacak ve geçecek. bi' ameliyat sadece'...
'tamam' dedi.
gerisini hiç merak etmedi.
ama doktor ne diyor: dört ay yaşar.
iki ay sonra ikinci ameliyatı olması gerekti. ur büyümüş. hepimiz...
yok söylemiyoruz hâlâ.
'tamam! dedi. nasıl itiraz etmiyordu hiç bir şeye.
üçüncü defa yine bir yerde yatarken bulduk, düşmüş yine. üçüncü ameliyat.
ama diyor ki, 'neden böyle oldu bülent? pıhtı geçiyor, sonra neden geri geliyor?'
dedik ki... ne dedik?
işte, yatağa düştü. artık bizi görmek istemiyordu.
son gün hastanede hepimiz vardık. o gün hâlâ ağzımızdan tek kelime çıkmış değil, bu hastalık ne?
söylemiyoruz hâlâ...
nefes aldı verdi.
son nefesini verir vermez kalktım, dayanamadım, suni teneffüs yaptım. olmadı.
kaybettik.
sonra hep düşündük; söylese miydik?..

10.06.2010

ben ayşe - on beş

- sen olmasan canııım, aah bu hayat çekilmeez.
- dede, ordaki sen kim?
- sensin ayşem!

4.22.2010

ayşegül sözlüğü - 6

açım değilim: aç değilim
tententele: kertenkele
uzum: uzun
abaca: acaba
dodama: dondurma
mesema: mesela

3.10.2010

صَهِپ اتَ فَكهر ال ضِن الِ


sahib'in iki oğlu neden yüz çevirdiler?
cana kıyan felekte her ikisinden eser yok!
o harp, darp, o işret meclisleri ile ay gibi güzel yüzlü köleler nerede?
o kıymetli elbiseler ve o zengin hazineler acaba ne oldu?
o askercesine hareketler, o bıyık burmaları acaba nerede?
o turna kırı güzel atlar, o doğan kuşlarıyla tantana,
o debdebe, o gürz, o ok atışlar ne oldu?

3.01.2010

bi' an - otuz üç


- adam zaten timur selçuk'la müzik teorisi çalışmış.
- kim ki?
- işte, bildiğin...
- yani?
- işte timur selçuk yok mu...
- kim o?
- şaka mı yapıyorsun?
- ...
- ...
- yapmıyorum.

2.25.2010

ben ayşe - on dört


annecim, kulağına bir şey söyliycem.
ben lazımlığa gitmiycem!

ayşegül sözlüğü - 5

sıka: kısa
tutak: kitap
çeçil: çekil
iptim: öptüm
popo: portakal
ne dedin beni: ne dedin bana (zamir tanrısı, buraya!)

2.19.2010

ezbere...


Evet kimsesizdik ama umudumuz vardı
Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk
Üç güvercin görsek Meksika geliyordu aklımıza
Caddelerde gezmekten hoşlanıyorduk akşamları
Kadınların kocalarını aramasını seviyorduk
Sonra şarap içiyorduk kırmızı yahut beyaz
Bilir bilmez geyikli gece yüzünden
(...)
Hiçbir şey umurumda değil diyorum
Aşktan ve umuttan başka
Bir anda üç kadeh ve üç yeni şarkı
Belleğimde tüylü tüylü geyikli gece duruyor
(...)
Bir bardak şarabı kendim için içiyorum
'Halbuki geyikli gece ormanda
Keskin mavi ve hışırtılı
Geyikli geceye geçiyorum'

Uzanıp kendi yanaklarımdan öpüyorum
T.U.

2.13.2010

bi' an - otuz iki

- kolay gelsin. ben harici hard disk istiyorum.
- tabii, 300 dolarlıkları var, 250'ye var, 200'e de var.
- aa. ama ben daha ucuz istiyorum.
- ama işte en ucuzu 150 dolar.
- siz beni bu harici hard disklerin yanına götürür müsünüz?
- ...
- aaa. ama ben bunlardan istemiyorum.
- ...
- ben lipstick istiyorum.
- lipstick mi?
- yok, yok, tamam. joystick arıyorum aslında.
- ...
- ben anlatamadım galiba. şu bilgisayarların yanına takılan parmak kadar şeyler var ya, onlardan istiyorum.

2.01.2010

ayşegül sözlüğü - 4


"ayşegül hapşırınca ben ona diyorum ki, 'çok yaşa', o da karşılık veriyor: 'sen de bak'.
ama n'apsın değil mi, o mevzu da insanın bir çırpıda söyleyiverdiğinden çok daha karışık, çok yaşamak, uzun yaşamak, diğerinin de onun kadar uzun yaşayıp -ondan önce ölmeyip- onun yaşadığını görmesi... filan...
işte kısaca sen de bak, deyip geçebiliriz buraları..."

1.30.2010

bi' an - otuz bir

"çok güzel cevaplarımız yoktu, ama çok güzel sorular sorabiliyorduk."

taksim meydan, kırmızı ışık yeşile dönerken...


1.27.2010

olsa ya...

soul kitchen'da şef yardımcısı, garson, olmadı dj olmak istiyorum.

o bıçağa sahip olmak istiyorum.

filmin değil, mutfağın...


1.16.2010

bi' an - otuz

bu şehirdeki solculara ne oldu?

bazısı öldü.
ölmeyenler "oldu".
bazıları sıcak yatak aldı.
kimisi halvet oldu.
kimisi çocuk yaptı.
kimisi asker kaçağı,
bazısı vicdan batağı.
bazıları akşamdan kaldı.
akşamdan kalmayanlar grip olmuştu.
bir türlü grip olamayanların "abi, işleri çok yoğun".
çalışmayanlar evde, battaniye altında.
battaniyesi olanlar hem de televizyon karşısında.
televizyonu olmayanlar gitmişler.
gitmeyenler küsmüşler.
küsmeyenler geç kalmışlar.

1.08.2010

bi' an - yirmi sekiz


- facebook'tan öğrendiğim yegâne şey ne biliyor musun?
- ...
- ö.... ölmüş.
- yalan!
- doğru!
- neden?
- bilmiyorum. geçen sene bu zamanlar ölmüş.