8.18.2008

(korkunçlu) bi' an - yirmibir


"ÇABUK

OLDUĞUN

YERDEN

GERİYE

DOĞRU

YÜZMEYE

BAŞLA!"

ben ayşe nasılım - beş

onun için, öpmek, teşekkür etmek demek.
bayat bayat "beni bi' öp, bi' öp" diyemezsin ona.
mesela ayakkabı bağcığını bağladığında, sana karşı şefkatini ve minnetini göstermek için, kucağında kafasını döndürüp dudağını tam senin yanağına denk getirir ve sapsakin bir öpücük kondurur.
sorgusuz bir öpücük.
sonsuza kadar o ayakkabıyı bağlıyor olmak istersin.
veya onu banyo yapması için küvete yerleştirdiğinde, coşkusundan ne yapacağını bilemez ve yapıştırır bi' tane...
eğer şanslıysan dudağına rastlar o dudak ve böylece o ince dudağın nasıl bi' yumuşaklıkta olduğunu anlama zevkine erişirsin.
ama ona asla "öp, öp" dememelisin, hep "babayı" alırsın!

8.13.2008

bi' an - yirmi

"n.ç.'nin hayatta yaptığı en iyi şey ne peki"
"bu"


çok olmadığımız kesin

çok olan tarafta değiliz
çok olan tarafta olmayacağız
türkiye'de kürt olacağız
kürtlerde ermeni
ermenilerde süryani
gidip almanya'da türk olacağız
hollanda'da surinamlı
fransa'da cezayirli
iran'da azeri
amerika'da zifiri zenci olacağız
çoğalan zencide mutlaka kızılderili
israil'de filistinli
köpeğin karşısında kedi
kedinin karşısında kuş olacağız
kuşun karşısında börtü böcek
hakemler hep karşı takımı tutacak
ve biz hep yedi kişiyle tamamlayacağız maçı
çiçeklerden kamelya olacağız
az kolumuzun tarafında
solda olacağız
bu itirazın ilk şartı

solda da az olacağız
devrimi çoğaltırken çünkü
bir başka devrime hızla azalacağız
bu da itirazın ikinci şartı

ben ayşe nasılım - dört

yürümek için aylarca bekledi.
rüyasında tavşanlar gibi hoplaya zıplaya yürüdüğünü görüyordu.
kendisinin de yürüyebileceğini anladığı o anda, çok heyecanlandı.
iki elini de açıp havaya kaldırarak dengesini sağladı o günlerde.
düştü, kalktı, düştü, kalktı.
hiç bir düşüşünde ağlamadı, kalktı.
ilk bir kaç adımı attığı günü kahkahalarla karşıladı.
ağzını yarım metre açarak ve o küçük dili bize göstere göstere attığı kahkahalarla.
yürüdüğü gün birbirimize sarılmadık, ama onu arkasından hayran hayran izledik.
en çok parmak uçlarına basarak bir yere tutunduğu zamanlar aklımızda kalacak. o topuk!

8.12.2008

bi' an - ondokuz

"ben en çok denizin dibine sırtüstü dalıp gözlerimi açıp taa güneşe bakmayı seviyorum"

8.05.2008

ben ayşe nasılım - üç


"bebek yüzü buruşturması" oyununu çok güzel oynar.
istediği zaman yapar, istemediği zaman yapmaz.
kimse ona karışamaz.

7.31.2008

bi' an - onsekiz

s: 'içkileriniz bitince çıkalım' diyor.
nasıl biliyor bunların hepsini?

7.24.2008

ben ayşe, nasılım - iki

onun için yumruklar çok, ama çok önemli.
ellerini yumruk yapmayı öğrendiğinden beri, o yumruk nelere nelere kâdir oldu.


yumruklarıyla kızar, sever, sevinir, delirir.

öyle ona özgü ki bu...
hiç bir zaman "kimden öğrendi" diye düşündürtmedi.
yaptı ve oldu!

7.22.2008

bi' an - onyedi


mbs: "sen bu şarkıdaki değilsin, bu şarkı sensin"


Discover U2!


bi' an - onaltı

bi' an, ama bu ileride yaşanacak:

işte bu şarkı çalıyor, beyaz tüller, balkon kapısından dışarıya sarkıntılık yapıyor.

balkon kapısının arkasında deniz var.

yerde hafif terlikler, duvarda mavi tülden bir şal.

oda tuzlu, vakit öğleden sonra-neredeyse akşamüstü.

bir saatlik öğleden sonra uykusunun üstü.

rüzgâr nasıl da beyaz tülleri aşıp şalı yalıyor.

tuzluyum-tatlıyım.


Discover Paris Combo!

7.18.2008

ben ayşe, nasılım?


yere yakın bir kişi olduğu için göktekilerden çok, yerdekilerle ilgilidir. yerdekilerin de mümkünse en küçükleriyle.

kopmuş bir böcek bacağı, bir toz parçası, toprak tanesi, halı tüyü veya giysi yünü hep onun ilgi alanındadır.

yerde bunlardan birisini gördüğü anda, hayatta ondan daha ilgilenilesi bir iş yoktur.

ve onu alıkoymaya kalkarsan, sana fırça atar, yumruk sıkar, olmayan dişlerini gıcırdatır.

o "şey"i görür, o esnada önemli iki yardımcı oyuncu vardır: sağ elin baş ve işaret parmağı ile ağız.

elin parmakları, yavaş, ama emin hareketlerle ona uzanır. yanyana üç "şey" varsa, en küçüğüne doğru ama... alır ve hemen ağzına atar.

o "şey"in ağza atılışı sırasında cenahtaki kişilere kesik atar. herhangi bir uyarı gelmezse o "şey" i ağzında eririr-çevirir, tadının yeterince güzel olmadığı anlaşıldığında, ekşi bir yüz ifadesiyle çıkarılır.

uyarı gelirse direnir. çıkarmaz, önce o anlayacaktır çünkü tadının hoş olup olmadığını, cenahtakiler değil!

7.16.2008

bugün!

geçen sene bugün.
erkenden kalktık, çantalarımızı, azıklarımızı hazırladık.
hastanenin bahçesinde fotoğraf çektirdik.

akasyalara bakan odaya üs kurduk, ayşegül kızı üssü!
çok haber verdik, çok haber aldık o gün.
ilk gecesi biraz ağlamalı geçti.
ikincisinde tecrübeliydik, her ağladığında açıveriyorduk musluğu.

ağlamayı kesen ses dünyasına gezinti, daha sonra fön makinesi, elektrik süpürgesi, çamaşır makinesi ile devam edecekti.

akasyalara bakan odada doğan ayşe.
gözlerimizi çeşitli vesilelerle dolduran ayşe.
uykum kaçtığında hayal ettiğim ayşe.
nazlı, hırt, şefkatli ayşe!

7.08.2008

romeo was...

"aşk şarkısı ilk beş"in tepesi:
"was romeo really a jerk".
cevap: he was!


no greater love romeo and juliet

but shakespeare died and years passed by
juliet knows everything about romeo
except why he tells her no at night

you know that beggars should not be choosers
romeo's job has no social term
jerking off is made for the losers
instead of with he sells his sperm

and every day just a same
romeo's shame in black suitcase
and every day...


romeo is a poor refugee
he's just another one to bite the dust
juliet measures time by diamonds on her watch
they come together by the force of lust

and every day just a same
romeo's shame in black suitcase
and every day...

i'm not romeo
maybe you are juliet
but i'm not romeo
why do you wake up in sweat dear romeo
why does you face turn away from me
what is the pain that you are going trught
what is the secret that i cannot see

oh i was dreaming i jumped by parashout
and i went down down since my birth
but at the moment i was ready for lending
oh my god i missed planet earth

tam bu nokta!


"ben aşık oldum"
"olur öyle şeyler fıstık, takma kafana!"

7.03.2008

bi' an - onbeş

yaz '07.
"aromalı tütün içilemiyormuş. ama sigara içiliyor. gidelim burdan."
"beğeniyorum bu tavırları."
yaz '05
"burası looser bir yer. sana göre değil, zorumla geldin, kusura bakma."

6.30.2008

bi' an - ondört


sadece ayakları görünüyor.
sandaletini çıkaracak mı? evet.
çıkardı mı? evet.
ayakları ince-uzun, hareketleri tez.
perdeyi açmadan önce elleri görünüyor.
tam olarak bitirmedi o şortu giyinmeyi, ama bir an önce nasıl olduğuna bakmak istiyor.
çok güzel olmuş, çok.

6.24.2008

"neden burdaydık" simülasyonu


karanlık, küçük bir odada, beş adet ekranlı bir masanın başında 12 kişiyiz. başında dediysem, masanın başı-kıçı mı kaldı bir yandan da?

herkes ekranı, ben herkesi izliyorum.

mesela şu balık etinden hallice kadın, benim apartman arkadaşım t'ye benziyor. ama t. şu anda bir kamu kuruluşunda dirsek çürütüyor. o abla da bizim çocuğun başında dikilmiş, o işin gerçekten öyle olup olmayacağını soruşturuyor.

saçları fazla boyadan "tülük tülük" olmuş. ruju muhtemelen üç buçuk sene önceden kalma, dudağını ziyadesiyle çatlak gösteriyor. eğer bir kocanın karısıysa, adamı iki saatte bir telefonla arıyordur. eğer çocukları varsa, "anneniz size kurban olsun" diye seviyordur onları. ama bana o işin, o zamandan daha önce yetişip yetişmeyeceğini sorarken, pek işbitirici. öğrenilmiş işbitiricilik, sırıtıyor. kafa yukarıda, omuzlar gergin...

biz burda hep beraber durmuş, sarı, "biribiri" diye ses çıkaran saçma yaratıkların neleri yapıp yapamayacağına bakıyoruz.

hepimiz. acayip ciddi bir iş üstündeymişiz gibi davranıyoruz, ama mevzumuz o sarı şey işte.

onlara bakanlardan birisi de benim apartman arkadaşım t. âdeta.

t'nin bir kızı var, bir de kocası. kızı, gecenin yarımında uyanıp "anne, bana tayuk yap" diyor.

buradaki abla da "bakın, eğer yapamayacaksanız, şu andan söyleyin, önlemimizi alalım" diyor.

oradaki sakallı adamlardan birisi "bu karakter, biz istesek kamasutra hareketleri de yapabilecek mi?" diye soruyor. insanı kamasutradan soğutuyor.

ablaya bakıyorum, soruyu kafasıyla onaylıyor, meraklı bir de...

bir an gülesim geliyor. gözlerimi belertmekle yetiniyorum şimdilik.

6.20.2008

böyle ikilemin...


hayatımı yakın zamanda şu ikilem kuşatsa ya:

bu birayı içip mi denize girsem, yoksa denize girip çıktıktan sonra mı birayı içsem?

"en kötü ikilemimiz böyle olsun" ikilemi.

hadi!

mart - ekim

martları zaten severim, ama ekimlere karşı hep nötr oldum.

ama bu ikili benim hayatımda kendilerini hep çok önemsediler.

geçen mart bambaşka bir şey yaptım, kendim için, başkası için. kadıköy'den çıktım, maslak'a geldim. kadıköy bırakılır mı, bıraktım vallahi. o bambaşka şey bırakılır mı, bıraktım vallahi.

ondan önceki ekim'de, bir sürü kapıdan çıktım, bir sürü kapıdan girdim. bir şeyin başlangıcında bulundum. bir şeyin daha... kadıköy'e gittim. gitmekle kalmadım. olacaklara kendimi, büyük bir rızayla teslim ettim. onlar da oldular.




ondan önceki mart'ta bir şeyin sonuna şahit oldum. bakırköy'deydim. incirli e-5'ini zaten hiç sevmezdim.

ondan önceki ekim'de o şey başlıyordu. naif ve yine çok heyecanlıydı. ben yine oradaydım.

ondan önceki mart'ta galata köprüsü'ndeydim. çok güzel akşamüstü güneşleri izledim. oradan zor, ama heyecanla ayrıldım.

ondan önceki ekim'de fena halde hasret çekmek suretiyle burdaydım. evimde... önümdeki birkaç ayın biraz zor geçeceği hakkında bilgim yoktu.

ondan önceki mart'ta gidiyordum. çok da istemeden. ama yalnızlığın ne kadar hoş olduğunu öğreneceğimden haberim yoktu. çantamı alıp alıp gidebileceğim yerlerden...

ondan önceki ekim'de son kez istiklal caddesi'ndeydim. bir şeye hazırlanıyordum. bir şeylere karar veriyordum. aslında iki sene sonra olacak bir şeyin kararını...

ondan önceki martlardan birinde, hep tatlılıkla anacağım bir şeye başladım, ondan önceki martlardan birinde ondan ayrıldım.

artık ben de mart ve ekimi önemsiyorum. gelecek ekim'de ne olacak, heyecanla bekliyorum.
yaz - 2005 günlerce günlerce yağmur yağdı, salyangozlar yuvalarından çıktı.