5.15.2008

göğsümde daha seksi bi' şey uyumadı




nikbinizm!

bir süre önce "bundan bi' şey çıkacak mı acaba?" dediğin bir insanın, o zamanlar kötü bulduğun el yazısını şimdi artık iyi bulmak. tavrının o kadar da haris olmadığını hissetmek. işte bunun nikbinlikle mi ilgisi var? bilmiyorum. neyle ilgisi varsa, bu iyi bir şey. ve bana sık sık oluyor.

5.14.2008

bi an - onüç


e: biliyor musun, erkekler küçük şeyleri görmüyorlar. bir şey ima etmeye çalışmıyorum. orantı olarak küçük olan şeyleri görmüyorlar.
s: nasıl yani?
e: mesela yerde yürüyen karınca, çoğu erkeğin ilgisini çekmez.
s: e, zaten karınca neden benim ilgimi çeksin? saçmalık!
e: dedim sana!

5.12.2008

bi' an - oniki



"bir-iki aya kalmadan çocuk da olur, şuraya veririz işte. yakınımızda olur hem. bu kadar hızla..."


5.09.2008

keçiyi...

keçiyi yardan uçuran bir tutam ottur
gözümün önüne geliyor keçi
hala cıvıl cıvıl gözlerinin içi
ağzında ecel yeşili
körpe ıslak
ezilmiş yırtılmış bir çift yaprak
uçurumun dibinde incecik bir su
tatlı mı tatlı duru mu duru
açmış kocaman gözlerini
düşünür su
canlıyken ne kadar hafifti keçi
şimdi ne kadar ağır

bi' an onbir

1996 - 2003
"bazen beni sabaha karşı uyandırırdı. 'hemen gitmemiz lâzım' diye. gelip evin karşısındaki duraklarda beklemeye başlardık. şarap almış olurdu. her an çıkacakmışsın gibi... sadece bir an için. sonra çıkardın ve biz giderdik. orada, o evin karşısında o kadar çok sabahladık ki..."

bi' an on

"ben aslında 'rönt'ü çok severim ki. sen?"
"e, ben de"
2003-4-5.

5.01.2008

bi' an - dokuz


yaz 2001


"bu kaya bağlılık kayası olsun, hadi gelin"

4.25.2008

bi' an - sekiz


adamı boynunun sol yanından öptü. yataktan kalktı. koridordan parmakuçlarında geçerek diğer odaya yürüdü. elindeki defteri, yumuşak bir hareketle pencerenin önündeki masaya fırlattı. defter masanın köşesine kadar gidip orada durdu.

sandalyeyi masaya yaklaştırdı. oda karanlıktı, karşı pencerenin ışığı masaya vuruyordu.

yazdı. "söyledim, bir kere daha söylerim. yarın ölsem gam yemem."

sonra uzun uzun duş aldı. yüzüne kremli sabun, vücuduna kekikli şampuan, saçına yumuşatıcı krem sürdü.

çıkıp yatağa gitti. yatağın sol tarafında duran konsolun üstündeki şişelerin hepsini boğazlarından tutarak yatağa aldı. yüzüne ve vücuduna yaseminli krem, ayaklarına naneli losyon, ellerine kakaoulu masaj yağı sürdü.

son olarak, bütün gece onun boynunun yanında uzanacak boynunun sol tarafına şeftali kokulu parfüm sürdü.

sağ elinin parmaklarını, onun sol elinin parmaklarına geçirdi. bir dakika sonra uykuya daldı.

4.24.2008

bi' an yedi


avanos, ocak '6

"aaa, ama ot kokuyor burası"
"e, işte şu oğlandan geliyor"
"bu köprü onun için mi sallanıyor, yoksa..."

bi' an - altı

ağustos '5

"akşam nerde olacaksın"?
"bilmem"






"nasıl? gitmeyecek misin cock'a?"
"ah, unutmuşum, bugün cuma değil mi?"

teşekkür



yolda, belde, otobüste, trende, metroda, işyerinde, her türlü ortalık yerde, rahat rahat rimel sürme, sürme çekme, aynaya bakma, ve krem sürünmelerimin yolunu açan bu kadına...

yılda bi' gün

yetkililer bu havaları, istediği ânı yeniden yaşamak isteyen kimseler için tatil ilân etti. tatil senede bir gün geçerli olacak ve herkes, bu havalarda eskiden ne yapıyorlarsa yapmakta serbest bırakılacak. sabah uyandığı andan itibaren havanın bu hava olduğunu hisseden her bir kişi, herhangi bir belge sunma zorunluluğu olmaksızın seçtiler:

- birisi bir arabanın sağ koltuğuna geçti. araba şehrin kuzeybatısına doğru giderken olduğu yerde uyuyakaldı.
- birisi okuldan kaçıp lise arkadaşlarıyla buluştu. ağzına kadar sigara dumanıyla dolu olan iki katlı kafelerden birisine gittiler. sabah 11:00'den itibaren votka-vişne içmeye başladılar.
- birisi bir otobüse binip edirne'ye doğru yola çıktı. büyükçekmece gölünü geçerken içinde "öyle böyle değil" bir nikbinlik kapladı.
- edirne'ye doğru giden başka birisi, yolda durup henüz açmamış günebakanları izledi. aslında edirne'ye değil, karaağaç'a gidiyordu. vardığında saat 12:00'ydi. iki tarafı ağaçlarla kaplı ana caddenin sağ tarafındaki köy kahvesine oturup ahmet hamdi'nin "beş şehir"ini okumaya koyuldu.
- okuldan kaçanlar, iki saat sonra sahile inmeye karar verdiler. sahile inenlerden ikisi deniz feneri'ne kadar yürüdü. diğer ikisi kayalıklara oturdu, elele tutuşup (ilk defa yapıyorlardı bunu) küçük kanyaklarından iki yudum aldılar.
- birisi öğrencilik yıllarında her adımını bildiği üniversitelerden birinin kampüsüne gitti. avludaki çınarın yamacına oturdu. içi kurumuş nilüferlerle kaplı olan küçük havuzu seyretmeye başladı.
- birisi evde kaldı. kendine bi' çay yaptı. öğlene kadar kahvaltı ederek türk filmi seyretti. öğleden sonra dışarı çıkıp yürüyerek saraçhane'ye gitti. müzik dinliyordu.
- birisi kalktı, heybeliada'ya gitti.
- birisi sabah 8 otobüsüyle ankara'ya gitti. küçük bir kahveye oturdu. bir telefon kulübesinden eski bir arkadaşını aradı. beraber üç saat o kahvede oturdular. sonra kalkıp bütün gün hiç bi' şey yapmadan durdular.
- birisi sevgilisine kahvaltı hazırlamaya girişti. o daha uyanmadan işini bitirmek için ayakuçlarında yürüyerek yaptı bütün her şeyi. kaymak olmadığını farkedince pek bozuldu. kalktı kaymak almaya gitti. içeri girdiğinde sevgili hâlâ uyanmamıştı, "ohh"tu. kapı aralığından uyuyan ona göz süzdü. kalktığında daha güzelini yapmaya söz verdi. kaymağı da masaya koyduktan sonra tatlı bir müzik açtı, yatak odasının kapısından içeri girdi...
- birisi bir bulgaristan otobüsüne bindi.
- birisi bir londra uçağına bindi.
- birisi sevgisinden ayrıldı.
- birisi anne-babasının evine gitti. televizyonu açtı. üstüne bir battaniye aldı. annesi mantı yaparken ona yardım etti. televizyonda nahit sırrı örik'in senaryosunu yazdığı bir film vardı. sene 65'ti.

4.21.2008

bi' an - beş

- ne diyor bu şarkıda?
- ingilizce bilmiyor musun?
- ne diyor işte, anlamıyorum.
- babylon diye bi' köy varmış. orda yaşayanları anlatıyor.
sahtekâr!

4.18.2008

kişi

Kürek kemiği, göğüs kafesi, omurga, kafatası, tırnak, bir ağız dolusu diş… Romatizma, bel ağrısı, kemik erimesi. Bol et. Bol kemik. Bol damar. Kilolarca bağırsak. İri göğüsler. Sarkık ciğerler. Ülser, halsizlik, ameliyat, kahkaha, tokat, küfür, tümör, meme, aşk, gözlük, kepek. İş bulur, borç alır, altına kaçırır, yalan söyler, sivilcesini patlatır, kaşınır, öğünür. Fotoğraf çektirir, kırlara koşar, kusar, öper, güler. Ot yer, hayvan yer, kaşınır, uyur. Üzülür, düşünür, korkar.

4.17.2008

mahrem!


o: bak, eyüp can'a şöyle demiş: "evlilik kurumuna sıcak bakmayabilirim ama seninle evlenmeye bakabilirim". yani nerdeyse o evlilik teklif etmiş gibi.
bu: kapalıçarşıdalarmış.
eyüp can demiş ki, sen evlenmeye karşı mısın?
teorik olarak evet pratik olarak hayır, demiş.
o da nasıl yani, diye sormuş.
başkalarının evliliğine karşıyım, senle evlenmeye değil, demiş
o: biz bunları nerden biliyoruz?
biz bunları neden biliyoruz?
neden?
bu: siyah süt kitabından.
o: ama neden?
bu: çünkü herşey aslına rücu eder.
o: aslına takayım o zaman.
bu: o da hırs nefs hanıma rücu etti işte, can tasavvuf hanıma değil.

bi' an dört


2006 ağustos

karides meğerse kabuğuyla yenebilen bi' şeymiş.

rakı bazen, bazı yerlerde çok daha yumuşak gidermiş.

güneş bazı yerlerde çok daha güzel batarmış.

dünya ne kadar küçükmüş.

deniz anası insanı zehirleyebilen bi' şeymiş.

teknelerin boşalttığı şeylere sintine denirmiş.

4.16.2008

çokacayipşeyler

aslında dün ben önerdim onu. cokacayipseyleryiyenevarkadasimvar.blogspot.com'u. ama, haksızlık yapmaya gerek var mı? bizimevdecokacayipyiyecekleroluyor.blogspot.com sanki daha uygun. zaten sorun tek kişide değil. keşke öyle olsaydı.

- çilekli-muzlu-dondurmalı-hindistan cevizli süt.
- macaron (veya maskoril)
- çilekli bebe muhallebisi
- muzlu bebe bisküüsü
- muzlu ekmek (l., onun ekmek olmadığını söylüyor, ama ekmek!)
- pepino
- yeşil elma suyu

- erik turşusu
- ayva suyu
- cevizli parmak sucuk
- rozbif
- biberli - vanilyalı votka
çok mu şey istiyoruz?

4.14.2008

sevgilinizi terketmenin 50 yolu var


"neden kulağımızın üstüne yatıp unutmuyoruz ki bu konuyu bu gece, dedi bana
inanıyorum ki sabah olduğunda aydınlanacak bütün gerçekler
bir kez daha öperken beni, farkına vardım ki pek de haksız sayılmazdı
elli farklı yolu olmalı sevdiğini terketmenin, elli farklı yolu"

ne oldu?

çocukları sevmezdi, şimdi sevdiği en az iki tane var.

dilencilerden nefret ederdi. geçen gün gözü bir dilenciye takıldı, uzun uzun baktı.

deli gibi çalışırdı. çok. bir zamandan beri "boş işler bunlar" diye düşünüyor.

hayatının bir zamanında sefil olmaktan ruh gibi korkardı. şimdi bakıyor da öğrenciliğinde o kadar kötü bir hayat yaşamamış. sefaletin o türlüsü de güzelmiş hatta belki.

sevgilisiyle o basık, sigara kokulu barlara gitmemek için akla karayı seçerdi. son günlerde onunla oralarda karşılaşmak için yapmadığı şey kalmadı.

inceliği çoğu zaman gereksiz bir teferruat gibi görürdü. bir zamandan beri yaptığı sürprizli tatlılıkların haddi-hesabı yok.

"bana masal anlatma" derken, bugün kendini dünyanın bütün güzel masallarını anlatmaya hazır hissediyor.

kimseye “birbirimizle uğraşmak zorunda mıyız” dememiş olmak için ömründen iki sene vermeye hazır.